Isparta’nın kuzey doğusunda bulunan sevimli ilçe Yalvaç, tarih öncesi çağlardan bu yana binbir çeşit medeniyete ev sahipliği yapmış, ziyaretçilerine adeta 1 günde 5000 yılı birden yaşatan bir kültür noktası. Anadolu’nun bir zamanlar belki de en işlek coğrafyasına, tüm yolların, yolcuların buluştuğu bir konuma sahip Yalvaç’ı gezmekle, unutulmaya yüz tutmuş geleneksel yaşamlardan kıymetli el işçiliklerine, tarihi kalıntılardan bu kalıntıların günümüze uzanan kültürel etkileşimlerine zengin ve keyifli bir yolculuğa çıkmış olacaksınız.
Akdeniz Bölgesinde konumlanan Yalvaç, Isparta ilinin kuzeydoğusunda, Sultan Dağları’nın güney eteklerinde ve 1100 metre yükseklikte, 1415 kilometrelik bir alanı kaplayan, merkezde 20 bin, köyleriyle birlikte 50 bin kişiyi aşan nüfusuyla Isparta ilinin en büyük ilçesidir. Akdeniz Bölgesinde konumlanmasına rağmen yüksekte yer alması nedeniyle karasal iklim görülür. Tarih bakımından zengin Yalvaç, antik dönemin önemli merkezlerinden biri olan ve bölgeye başkentlik yapmış Antiokheia antik kentiyle yan yana kurulmuştur.
Kentin bitek çevresinin bir göstergesi olan en erken bulgular, günümüzden 8 milyon yıl öncesinde yaşamış “At, Fil ve Gergedan” fosilleri bulunan, Tokmacık yöresiyle başlar. Daha sonra yakın çevredeki Neolitik Dönem (İ.Ö. 6 Bin) yerleşimleriyle devam eder. Kentin kuruluş tarihi ise İ.Ö. 3. Yüzyılda Helenistik krallıklardan Seleukid hanedanıyla başlar. İskenderin ölümünden sonra Anadolu’da devam eden paylaşım kavgalarının sonunda, Psidia Bölgesi Seleukos I. Nikator’un eline geçer. Helenistik dönemin özelliği olan fethedilen yerlerde, bölgedeki yerli halk üzerinde egemenlik kurmak için, stratejik yerlerde tahkimli kentler kurulur, yada kurulu olanlar tahkim edilirdi. Antiokheia kenti de, İ.Ö. 275 Tarihinde I. Antiokhos Soter’in, kurulu kenti tahkim ettikten sonra dedesi ve kendi adı olan Antiokhos’u kente vermesinden sonra tarih sahnesine çıkar. Ancak kentin yakınındaki Men Kutsal Alanı buluntularının İ.Ö. 4. yüzyıla dek ulaşmış olması bölgede bir Klasik dönem kültürünün de olduğunu gösterir.
İ.Ö. 2 yüzyıldan itibaren, Avrupanın en güçlü devleti haline gelen Roma İmparatorluğu, doğuya doğru ilerleyerek, Anadolu’ya girer. Trakya’dan başlayan fetih, Çanakkale Boğazı üzerinden, Magnesia, Psidia ve Frigya’ya dek uzanır. Bu dönemde bölge Bergama Krallığı egemenliğinde kalır, ta ki İ.Ö. 133 yılında ölen Bergama Kralı III. Attalos vasiyetiyle, içinde Pisidia da olan, egemenliği altındaki tüm toprakları Roma’ya bırakıncaya kadar. Kent, en parlak dönemini Roma egemenliğinde yaşar. Bu dönemde yoğun imar faaliyetleri görülür. Augustus döneminde (İ.Ö 27-İ.S. 14) Psidia Bölgesinde 8 koloni kurulmuş, ancak konumu nedeniyle yalnızca Antiokheia’ya “COLONIA CAESAREİA”, yani Sezar’ın şehri ünvanı verilmiştir. Yine bu dönemde kent, hakim olduğu Psidia Bölgesinde, başkent konumuna yükselen önemli bir Roma kolonisi haline gelmiştir. Kent, imarı sırasında, aynı Roma kentinde olduğu gibi 7 tepe üzerinde kurulmuş 7 mahalleye bölünmüştür. İ.S 3. Yüzyıl sonlarına dek resmi dil latincedir. Bugün kenti gezerken görebileceğimiz yapıların büyük bir kısmı da, Roma Dönemi’nde bu yoğun imar faaliyetlerinden günümüze ulaşabilenlerdir.
Kentin önemini fark eden Aziz Paulus, İ.S. 46 ve 62 yılları arasında Antiokheia’ya üç kez gelerek, Hristiyanlığın temellerini burada atmış ve dünyaya buradan yaymaya başlamıştır. Özellikle İ.S. 4. Yüzyılın başlarında Hristiyanlığın serbest bırakılmasıyla Bizans döneminde de önemini dini bir merkez olarak sürdürmüştür. İ.S. 8. Yüzyılda başlayan Arap akınları ve haçlı savaşlarıyla harabeye dönen Kent, yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilmeye başlamıştır. Ancak 1176 yılında Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın Bizans ordusunu yendiği ve Yalvaç yakınlarında yapılan Myriakephalon Savaşından sonra bölgeye yerleşen Türkler, kente, eski kültürel merkez özelliğini yeniden kazandırmışlardır.
Yalvaç’taki el sanatları,Türklerin Anadolu’daki tarihi kadar eskidir. Miryakefalon Zaferiyle Yalvaç ve çevresini fetheden Türkler bu bölgeye yerleşerek tarım ve el sanatlarıyla 800 yılı aşkın süredir geçimlerini temin etmektedirler. Dericilik, semer dikimi, keçecilik, saraciye bakır işlemeciliği ve kalaycılık mesleklerini icra etmişlerdir. Son yüz yılda bakırcılık ve kalaycılık mesleği günün şartlarına uyarak tamamen kaybolmuştur.
Dericilik
Tabakhane adı verilen bölgedeki dükkanlarda işlenerek kullanıma hazır hale getirilen deri genellikle dışarıya pazarlanmaktadır.Yalvaç içerisinde 4 esnaf deri tablo,çanta,kemer,deri mask,cüzdan,anahtarlık,kalemlik,deri kolye,deri işlemeli saatler yapmakta, bir kısım esnaf fabrikalarda pamuğu çekirdeğinden ayırmaya yarayan çırçır topu adı verilen malzemeyi imal ederek Isparta dışına pazarlamaktadır.çır çır topu derinin işe yaramayan kesilip atılan parçalarının değerlendirilmesiyle yapılmaktadır.
Yalvaç’ta imal edilen deriyi değerlendirmeyi düşünen 4 esnaf otantik deri ürünleri imal işini yapmakta ve kullanılan motifler Selçuklu, Osmanlı motifleri, kilim desenli duvar süslemelerinde ve tezhip sanatında kullanılan motiflerdir. Sıcak veya soğuk pres tekniğiyle derinin üzerine baskı yapılarak süsleme işlemi yapılmaktadır. Derinin tasarımı yapılarak kesim, baskı, boya, montaj ve dikimi yapılarak hazır hale getirilir.
Kullanılan makine ve malzemenin eski olması, çıtak bulunamaması nedeniyle derici esnafının sayısı gün geçtikçe azalmaktadır.
Saraciye Selçuklular zamanından beri saraçlık mesleği hiçbir değişime uğramadan devam etmektedir.Yalvaç’ta saraçlarının piri olarak Selçuklular zamanında Uğurlu Abbas adındaki bir esnaftan bahsedilir.Herhangi bir yörenin etkisi altında kalmadan meslek sürdürülmemiştir.Kullanılan malzemenin çoğu Yalvaç’tan temin edilmektedir. Saraciyede deri, hamut ağacı,dökme tokalar,gön,meşin, vakate (hamut ölçüsü),keçe,semer otu, çivi, ip, makas, kerpeten,pense,zımba,tığ,gön makinesi,dikiş makinesi,hadde ve sıyırgan,bıçak ve yanık yağı gibi malzemeler kullanılmaktadır.
Piyasa, tatar süsleme teknikleri uygulanmaktadır. Kalıbı her esnaf yapacağı işe göre kendisi hazırlamaktadır.Yapılan ürünler Konya, Afyon, Isparta, Burdur, Antalya, Uşak ve Kütahya yörelerine pazarlanmaktadır.
Saraciye esnafının sayısı birkaç kişiyle sınırlı hale gelmiştir. Genellikle at ve eşek gibi hayvanlarına yönelik ürünler imal etmektedirler. Deriden yular, koşum, paldım, hamut, başlık, tasma, kulak kayışı, dizgi gibi ürünler bunlardan bazılarıdır.
At Arabası Yapımcılığı At arabası yapımı ve tamiratı mesleğinin Yalvaç’ta ne zamandan beri icra edildiği hakkında kesin bir bilgi yoktur.Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda at arabası,fayton, kağnı, sal arabası ve tatar arabası yapıldığı bilinmektedir. Son zamanlarda fazla ilgi görmemektedir. Ancak mevcut olanların tamiratı yapılmaktadır.Onlarca esnaftan sadece 1 esnaf ayakta kalabilmiştir. Bu esnafta gelir temin edebilmek amacıyla minyatür,turistik amaçlı at arabası, fayton, kağnı, sal arabası ve tatar arabası yaparak pazarlamaktadır.
Ürün imal edildikten sonra Akşehir’e boyanması amacıyla gönderilmektedir. Pazarlama işlemi Turizm Bakanlığına ve turistik bölgelere yapılmaktadır.kendi başına çalıştığı için sınırlı sayıda üretim yapılmaktadır.Boyama işleminde genellikle sarı, mavi, kırmızı, yeşil, beyaz ve pembe renkler kullanılmaktadır.
Demircilik Sıcak demircilik Selçukluların Yalvaç’ı fethiyle başlamış günümüze kadar varlığını değişikliğe uğramadan devam ettirmiştir. Demir fırınlama sistemiyle ısıtılarak çekiç ve diğer malzemeler yardımıyla yapılacak işe göre şekil verilmektedir. Balta, keser, tahra, bel, kürek, çapa, tırmık, pulluk, dirgen ve kazma gibi günlük hayatta kullanılan ürünler yapılmaktadır.Yapılan ürünlerde belirli bir renk yoktur. Metalin kendine özgü rengi vardır. Motif kullanılmamakta ve süsleme yapılmaktadır. Yurdun bir çok iline bu ürünler pazarlanmaktadır. Demirci dükkanları yeni sanayide işlerine devam etmektedirler. Onlarca demirci dükkanından bugün birkaç tanesi ayakta kalabilmiştir.
Semercilik Yusufi PALANDIZ (Buharalı) Yalvaç’ta semerciliğin piri olarak kabul edilir. Semercilik mesleği Selçukluların Yalvaç’a yerleşmesine kadar dayanır. Ara verilmeden bugünlere kadar gelmiştir. Bugün sadece 4 meslek erbabı işe devam etmektedir. İlk üretimden bugüne kadar aynı ürünler üretilmektedir. Günümüzde talep azlığı nedeniyle turistik amaçlı minyatür semer üretimi de yapılmaktadır. Pelit ve ceviz ağacı , ot (kova), keçi derisinden elde edilen sehtiyan, keçe, ip, sicim, telis, kırklık makası, bıçkı bıçağı, keser, el bıçkısı, çuvaldız, makkap ve kerpeten kullanılmaktadır.
Yük hayvanının cinsine, büyüklüğüne göre farklı boyutlarda semer yapılmaktadır.Özel bir motif kullanılmaz, Gül, boncuk adı verilen süsleme teknikleri uygulanır.Yörede bu tekniklere nahaş adı verilir.
Isparta çevresinde fazla satılmamaktadır. Genellikle Konya, Afyon, Denizli, Uşak, ve Kütahya illerine ve özellikle dağ köylerine satılmaktadır.Son yıllarda Ankara (kayaş) yöresinden de alıcılar gelmektedir. Alıcılar toplu alarak kendileri satmaktadırkar.Alım satım işleri genellikle Nisanda başlayıp Kasım ayında sona ermektedir.Bu işi yapan kişilerin yaşlı olması nedeniyle bu meslek kaybolan meslekler arasına girecektir.
Keçecilik
Türklerin Anadolu’ya fethinden sonra Yalvaç’a yerleşen Türkler tarafından keçecilik mesleği babadan oğula geçen bir meslek halinde günümüze kadar değişmeden gelmiştir. Başka yörelerden etkilenmemiştir.Yalvaç’ta keçeciliğin piri olarak Hallaçcı Mahsur kabul edilmektedir. Keçeler kuzu veya koyun yününden imal edilmektedir. Naaşlık (boya), model, kalıp hasır, çırpı, su, sabun, yün atma makinesi, hasır tepme makinesi, keçe pişirme makinesi siyah, mavi, kırmızı renkler kullanılır.
Nadiren istek üzerine pembe, kahverengi,vişne çürüğü ve yeşil renkler kullanılır.Saz otunun özünden yapılan hasır kalıp kullanılır. Yalvaç ve çevresinin yayla ikliminden olması nedeniyle sıcak tuttuğu için çok eskilerden beri gözde bir meslek olduğundan ve il çevresinde yapılan yer olmadığından yöresel özelliğini devam ettirmektedir. Turistik amaçlarla minyatür keçe, kepenek, heybe, torba, fes ve keçe üzerine çeşitli amblemler yapılmaktadır.Antalya, Burdur, Isparta, Afyon, Denizli, Kütahya ve Uşak yöresine özellikle dağ köylerine satılmaktadır.Keçe yapımında baklava dilimi,sığır sidiği (zik zak), kırma, zincir, dörtleme gibi süsleme teknikleri kullanılmaktadır.4 keçeci esnafı çalışmaktadır.Talebin gün geçtikçe azalması çırak bulunmaması ve bu işi yapanların yaşlarının ilerlemiş olması nedeniyle yakın bir zamanda bu meslekte kaybolan meslekler arasına girecektir.
YALVAÇ YEMEKLERİ
Toplumların mutfak kültürlerinin kendine has özellikler taşıması; her toplumun tarih boyunca yaşadıkları coğrafi bölgelerin arazi yapısı, iklimi ve doğal kaynaklarından etkilenmesinden ve yine tarih boyunca yaşanan göçler sonucunda farklı toplumların birbirini etkilemesinden ileri gelmektedir. Toplumları tarih boyunca etkileyen söz konusu faktörler, her toplumun kendine has bir yaşayış biçimi edinmesini ve kültürel özellik taşımasını sağlamıştır.
Yalvaç Mutfak Kültürü de, Yalvaç’ın tarihi geçmişinden ve doğal yapısından kaynağını alan bir kültürdür. Bugünkü Yalvaç, tarih öncesi devirlerden bu yana yerleşim bölgesi olma özelliğine sahip bir beldedir. Bu nedenle de tarih boyunca birçok farklı kültürü barındırmıştır. Yalvaç’ın doğal yapısından dolayı ilk ve orta çağlarda önemli bir pirinç ekim alanı olduğuna işaret eden bilgiler mevcuttur. Bu bilgilerden hareketle, o çağlarda Yalvaç mutfağının pirince dayalı olduğu söylenebilir. Bugünkü Yalvaç mutfağı incelendiğinde ise, buğday başta olmak üzere, yine tahılın yoğun bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Tahılın yanı sıra yöredeki hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklandığı düşünülen etin, sütün ve ürünlerinin (örn. yöreye has pastırma, kaymak ve kaymaktan elde edilmiş yağ) kullanımı da sıklıkla görülmektedir. Hatta yörede, sadece süt ve ürünlerinin satışa sunulduğu “yoğurt pazarı” adında bir pazar da bulunmaktadır.
Yalvaç’ın bugünkü mutfak kültüründe, Yalvaç tarihinde 11.yy’dan bu yana etkisi olan Türk Mutfak Kültürü’nün hakim olduğu gözlenmektedir.
Hellenistik dönemde kurulan kent en parlak çağını Roma döneminde yaşar. Özellikle Roma İmparatoru Augustus kente büyük yardımlar yapar, bugün gezerken görülen yapıların büyük bölümü o dönem aittir. Kent ikinci parlak çağını da Bizans döneminde yaşar. Kentte bulunan sinagogda Hıristiyanlık dinin Anadolu’daki ilk vaazı verilir. Bu nedenle kent inanç turizmi için önemli bir haç merkezidir.
Kökleri 3 binli yıllarda Mezapotamya’ya dayanan ve ayın gizemli gücüyle insanlara şifa dağıttığına inanılan tanrı Men’in tarihte bilenen tek kentleşmiş merkezi Yalvaç’tadır.
Türklerin gelip yerleştiğindeki merkezde bulunan Çınaraltı, 8 asırlık çınar ve çevresinde toplanmış kahvehanelerden oluşur. Yoğun kültür ve tarih gezisinin yorgunluk çayı içilen bir dinlence mekanıdır.
14. Yüzyılda 2. Kılıçarslan’ın kardeşi Devlethan adına inşa edilen camiinin dış duvarları antik kentten getirilen taşlardan oluşturulmuştur. Caminin içinde de orijinal kalem işi süslemeler bulunmaktadır.
Geleneksel Yalvaç evlerine örnek olan Tıraşzade Konağı, kentte yapılan ilk restorasyon çalışmalarından biridir. Konak, restorasyonun ardından içi tamamı orijinal malzemelerle tefriş edilerek bir etnoğrafya müzesi olarak hizmete açılmıştır.
Bütüncül bir koruma anlayışıyla koruma altına alınan eski dokulu mahalleler evleri, camisi, çeşmesi, hamamı, mahalle fırını ve komşuluk ilişkileri ile adeta günümüze bir zaman köprüsü kurmaktadır.
Eğirdir Gölü’nün Yalvaç sınırları içinde kalan kuzey yarısı Hoyran Gölü olarak adlandırılmaktadır. Hoyran gölünde plaj ve göl çevresinde de konaklama imkanı sunan kamp alanları mevcuttur. Ayrıca iskelesi, cankurtaranı, deniz bisikletleri ve pek çok donanımı ola bir de plaj mevcuttur.
Hoyran gölüne bakan kayalık yamaçlarda bulunur. Yalvaç’ın Frig döneminde de yerleşim gördüğünü kanıtlar. Mezarlar Bizans döneminde kilise olarak da kullanılmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün emriyle kurulan 125 anonim şirket arasındadır. Alman mimarisi ve makineleri kullanılarak modern tarzda çok ortaklı olarak kurulan deri şirketi ve fabrikası, Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren kalkınma hedefinde olan ülkemizde örnek gösterilebilecek yatırımlardandır. Günümüzde kullanılmayan binası otel olarak restore edilmekte, makineleri de ön kısmında Açıkhava müzesinde sergilenmektedir.
Kaş Mahalle’de bulunan ve restorasyonu devam eden hamam, bölgesel Osmanlı geleneklerini ihtiva eden, soyunmalık, soğukluk, sıcaklık, su deposu ve külhan gibi bölümleriyle Türk Hamamı özelliklerini yansıtır. Yapının iki ayrı girişi vardır. Taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş, içten su geçirmez sıvayla kaplanmıştır. Eser restorasyonu tamamlandıktan sonra Hamam Müzesi olarak hizmete girecektir.
Kentin merkezinde, belediye binasının hemen karşısındaki alanda, kenti simgeleyen ve daire şekilli planıyla yerleşen meydan, Yalvaç’ın zengin tarihini sayfa sayfa işleyip, adına uygun olarak adeta bir rehber özelliğinde kentin kendini anlatmasını sağlar. Açık hava müzesi niteliğindeki meydana, kuzey yönde bulunan, üzeri kapalı ve sütunlu bir giriş bölümünden adım atıldığında, daire planı izleyen ve iki yanında eşit aralıklarla sıralanmış enli dikmeler bulunan bir koridora girilir. Üstü açık koridorun her iki yanındaki dikmeler üzerinde bilgi panoları bulunur.
Her iki mahallede bir adet yapılması planlanan Sanat Evlerinin ilk örneğidir. Görgü Mahallede bulunan ve eski bir öğretmene ait evin restore edilmesiyle meydana getirilen Mustafa Bilgin Kadınlar Sanat Evi’nde hanımlara yönelik olarak cam, seramik, resim gibi çeşitli kursların verileceği atölyeler, hanımların oturup sohbet edebileceği, çay kahve içebileceği odalar ve kitap okuyabilecekleri kütüphane bölümü bulunmaktadır.
Geleneksel yemek kültürüne ait kendine özgü pek çok lezzeti bulunan Yalvaç’ta, konukların bunları lokanta ortamında değil de eski bir Yalvaç evinin restore edilmesiyle oluşturulmuş bir mekanda ve bir aşçının pişirdiği halde değil de mahalleli kadınların yaptığı tatta yemek için oluşturulmuştur. Ev, Kaş Mahallede Tıraşzade Konağının karşısında bulunmaktadır.
1966 yılında hizmete açılan Yalvaç Müzesi tarih öncesi çağlara ait fosiller ve höyüklerden çıkan eserlerin sergilendiği Prehistorya salonu; Antiokheia antik kentinden ve Men Kutsal alanından çıkan eserlerin sergilendiği Klasik Salon; Hristiyanlık dönemine ait buluntuların yer aldığı St. Paul Salonu ve Osmanlı dönemine ait sikke, giysi ve Eski yalvaç evlerinden birinin iç kısmının sergilendiği Etnografya salonu olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır.
Türklerin Yalvaç’a gelişi kadar eski olan Mahalle Fırınları, her mahallede bulunmaktadır. Her gün açık olan bu fırınlardan, geziniz sırasında geleneksel Yalvaç ekmeği, hamursuz ve fırın börekleri satın alıp açlığınızı bastırabilirsiniz.
Eski bir Selçuklu ve Osmanlı yerleşimi olan Yalvaç’ta pek çok geleneksel el sanatları yaşatılmaktadır. Tabakhane bölgesinde doğal malzemelerle üretilen deriler, çeşitli turistik el sanatı ürünlerine dönüşmektedir. Yine sıcak demircilerin yaptığı çapa, kürek, tahra vb ürünler sağlamlığı ile yurt genelinde talep görmektedir. Keçecilik, saraçlık ve semercilikte günümüzde tercih edilen ürünler meydana getirerek yaşamlarını sürdürmenin yolunu bulmuşlardır.p>
YaYalvaç’ta haftada bir gün, her pazartesi kurulan Pazar, çevre köylerden gelen ve yöresel kıyafetlerini giymiş halkın da katılımıyla çok renkli ve zengin bir görünümdedir. Pazartesi günleri, pazarın açılışının belediye hoparlöründen okunan “Pazar Duası” ile yapılması ise, pazara bereket ve bolluk getiren bir gelenek haline gelmiştir. Üç farklı bölgede bulunan üç farklı Pazar mevcuttur; Sebze Pazarı, Yoğurt Pazarı ve Buğday Pazarı. Sebze pazarından organik ürünler; Yoğurt Pazarından kaymak ve süzme yoğurt; Buğday Pazarından da nohut, mercimek, fasulye gibi ürünleri ambalajlanmadan doğrudan üreticisinden alabilirsiniz.
@otobusucakbilet kullanıcısından Tweetler |
|